14 Eylül 2020’de içinde uluslararası kalabalık bir bilim grubu Venüs’ün bulutlarında fosfin gazı bulduklarını açıkladılar ama bunun kesinlikle orada canlı bir yaşamın sonucunda oluştuğunu söyleyebilmek için hala erken. Venüs, tıpkı Mars gibi Dünya’nın komşusu, ama Dünya’ya Mars’tan daha yakın. O yüzden geceleri gökyüzünde çıplak gözle rahatlıkla görülebiliyor. Ay’dan sonra en parlak gökcismi olduğu için olsa gerek bizim kültürümüzde de Çoban Yıldızı olarak biliniyor. Güneş sisteminin ikinci gezegeni olmasına rağmen güneşe en yakın Merkür’den bile daha sıcak. Çünkü güneş ışınlarının dışarı çıkmasına izin vermeyen çok yoğun bir atmosferi var.
Güneş sistemimizde bugüne kadar en çok Mars’ta yaşam ihtimali üzerinde duruldu ve en çok oraya araç gönderildi. Venüs’te yaşam olabilme ihtimali de ilk kez gündeme gelmiyor tabi ama yüzeydeki sıcaklığının ortalama 464 °C olduğunu yani bir fırın kadar sıcak olduğunu düşünecek olursak oraya araç göndermenin pek de mantıklı olmadığını söyleyebiliriz. Yine de 1975’te Sovyetler Birliği’nin gönderdiği Venera 9 aracı Venüs yüzeyine inmeyi başardı ve oradan gönderdiği 180 derecelik şu fotoğraf başka bir gezegenden gönderilen ilk fotoğraf olarak tarihe geçti. Aslında 360 derecelik panaromik bir fotoğraf çekmesi planlanmıştı ama yüksek sıcaklıktan ötürü kameralar ve aracın kendisi çok kısa bir süre -birkaç saat kadar- görev yapabildi. Venera 9 aracı Venüs’e iniş yaparken yüzeyden 30-35 km yüksekte 30-40 km kalınlığında bulutlar olduğunu belirledi. Asit bulutları!
Böyle cehennem gibi bir ortamda canlı yaşamın izlerini sürmek doğal olarak pek çok kişi için yıllardır öncelik kazanamadı. Ta ki Cardiff Üniversitesi’nden astronom Jane Greaves 2018 yılında Venüs’ün atmosferine dair verileri incelerken orada fosfin molekülünün izlerine rastlayıncaya kadar.
Fosfinin ilk izlerini 2018’de keşfetmişler, peki açıklama neden dün yapıldı diye düşünüyor olabilirsiniz, çünkü her ne kadar bizimkilerden farklı konularda heyecan yaşasalar da bilim insanlarının bu heyecana yenik düşerek hata yapmamaları gerekiyor. Ekip halinde 18 aydan bu yana elde ettikleri verileri defalarca gözden geçirip analiz yapmışlar.
Elde ettikleri veriler deyince az önce de söylediğim gibi Venüs’e giden fazla bir uzay aracı yok. Daha çok teleskoplarla inceleniyor. Bu araştırma için Hawai’deki James Clerk Maxwell Teleskobu ve Şili’nin Atacama çölündeki 45 antenden oluşan ALMA gözlemevi kullanılmış. Bu teleskoplar ışık spektrumunun bizim göremediğimiz dalga boylarını da gözlemleyebiliyor. Daha iki hafta önce “bitkiler neden siyah değil de yeşildir?” diye bir video yapmıştım ve güneş ışınlarının nasıl absorbe edildiğinden söz etmiştim. İşte buna benzer bir şekilde gökbilimciler Venüs’ün atmosferindeki ışığı çok hassas ölçümlerle analiz edince şöyle bir spektrayla karşılaşmışlar. Beyaz çizgi ALMA gözlemevinin verisi, gri çizgi de James Clerk Maxwell Teleskobunun. Verilerin uyumlu olması dışında ortadaki dip noktayı görüyor musunuz? İşte milimetre uzunluğundaki o dalga boylarını fosfin molekülü absorbe ediyor.
Yani ya Venüs’ün yüzeyinde Walter White’ın karavanında bu üretiliyor ya da bu moleküller, Venüs’ün rüzgarla savrulan bulutlarında 55 ila 80 km yükseklikte yüzerek, daha düşük irtifalarda üretilen milimetrelik dalgaların bir kısmını emiyorlar.
Venüs’ün 55 ila 80 km üstündeki ortam, yüzeyindeki kadar kötü değil. Gerek atmosferik basınç ve gerekse 30 derece civarındaki ideal sıcaklığıyla Dünya’daki yaşam şartlarına benzediği için orada havada yüzen kentler kurulabileceği spekülasyonları bile yapılıyordu. Tabi sülfürik asit kısmını unutmamak lazım. Yine de o yükseklikte en azından mikrobik bir yaşam teorik olarak mümkün olabilir. Dünyadaki bazı mikroplar çevrelerinde yaklaşık %5’e kadar asitle baş edebiliyorlar.
Araştırmacılar fosfin molekülünü oluşturabilecek başka olasılıkları da hesaplamışlar. Mesela güneş ışığı, yüzeyden yukarı doğru savrulan mineraller, volkanlar veya şimşekler… Ancak bunların hiçbiri şu anda orada bulunduğu düşünülen miktarda fosfin üretmeye yetmiyor.
Kısaca bu keşif öyle ya da böyle çok önemli. Ya fosfin molekülünü üretebilecek yeni bir kimyasal mekanizma bulunmuş oldu ya da Venüs’te canlı yaşamın olası ilk işareti.
Bilim insanlarının bu heyecanına ben kendiminkini katayım şimdi. Başka bir gezegende yaşamın bulunması hiç kuşkusuz insanlık tarihinin en önemli keşfi olacak. Eğer ileride oraya gönderilecek yeni uzay araçlarıyla bu araştırma doğrulanırsa makaleye imza atan Clara Sousa-Silva gibi genç bilim insanları da tarihe geçecek. Doğrulanamazsa daha da iyi. Çünkü o zaman başka gezegenlere uzay aracı göndermeden, astronot olmadan, yeryüzünden yapılan teorik ve gözlemsel çalışmalarla bile canlı yaşamı keşfedebilme ihtimali hepimiz için hala var demektir.