Kıyıdan kenardan müslümanlar? / 18.02.2021 / Kerem Önder
وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَعْبُدُ ٱللَّهَ عَلَىٰ حَرْفٍ ۖ فَإِنْ أَصَابَهُۥ خَيْرٌ ٱطْمَأَنَّ بِهِۦ ۖ
وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ ٱنقَلَبَ عَلَىٰ وَجْهِهِۦ
خَسِرَ ٱلدُّنْيَا وَٱلْءَاخِرَةَ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ ٱلْخُسْرَانُ ٱلْمُبِينُ
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir.
O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac 11)
“1) Hasan el-Basrî şöyle demiştir: Kişinin din konusunda itimâd ettiği dayanağı, kalbi ve lisanıdır. Binâenaleyh bu ikisinden biri diğeri ile uyumlu olduğunda, insan dini bakımdan mükemmel olmuş olur. Dolayısıyla o kimse, kalbinden nifak olduğu halde, bazı gayelerinden ötürü dili ile, mü’min olduğunu söylediğinde, onun hakkında zemmetmek için, “O Allah’a bir “harf” üzere (bir taraftan tutarak) tapıyor” denilebilir.
2) Bu, “O, dinin ortasında ve merkezinde değil de bir kıyısındadır” demek olup, münafıkların dinen, itminanın verdiği bir sükunet üzere değil de, bir anarşi (kargaşa) içinde oluşlarını anlatan bir teşbihtir. Bu tıpkı, ordunun bir kanadında (kenarında-kıyısında) yer alan kimse gibidir. Eğer bu kimse, bir ganimet kokusu alırsa, yerinde durur ve ayrılmaz. Aksi halde, firar eder ve uçup gider.
İşte ayetteki “Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse, yüzü üstü döner” ifadesi ile anlatılan budur. Çünkü dinde sebat, eğer hakka isabet etmek (gerçeği bulmak), Allah’a itaat etmek ve O’nun cezasından korkmadan dolayı olursa, ancak böyle olur. Ama insanın maksadı, dünyevî menfaatler ise, bu kimse sevinçli anlarda (menfaati olduğu zamanlarda) dindar gibi görünür, sıkıntı zamanlarında ise dinden döner. Böylece de sadece mezmûm bir münafık olmuş olur ki bu tıpkı “Onlar (küfür ile iman) arasında bocalayan şaşkın koyunlar gibidirler”(Nisa, 143) ve “Eğer Allah’dan size bir fetih (ganimet) gelirse, “Biz de sizinle beraber değil miydik?” der” (Nisa. 141) ayetlerinde anlatıldığı gibidir.
1) Kelbi şöyle der: “Bu ayet, çöllerinden hicret edip, Medine’ye Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına gelen, bazı bedeviler hakkında nazil olmuştur. Onlardan birisi sıhhat ve rahat üzere olup, atı güzel bir tay, hanımı bir oğlan doğurup, malı ve sürüsü çok olduğunda, halinden memnun olur ve bununla itminan bulur. Ama başına bir bela gelir, hanımı kız yahut atı kısrak doğurur, elinden malı-mülkü gider ve sadaka veremeyecek kadar düşkünleşirse, şeytan ona gelir ve “Bütün bu belâlar, bu dinin yüzünden başına geldi” der. Böylece o kimse de dinden döner.” Bu, İbn Abbas (radıyallahü anh), Sa’id b. Cübeyr, Hasan el-Basrî, Mücâhid ve Katade’nin görüşüdür.
3) Ebu Sa’id el-Hudri şöyle demiştir: “Bir yahûdi müslüman oldu. Derken gözleri kör oldu, malı ve evlâdı yok oldu. Bunun üzerine o “Ey Allah’ın Resulü beni muaf tut. Çünkü bu dinden bir hayır görmedim. Zira gözlerimi kaybettim, malımı, mülkümü, çoluk-çocuğumu kaybettim” dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “İslam’dan istifa edilmez, “Nasıl ki ateş, demir, altın ve gümüşün posasını çıkarırsa, İslâm da insanı öylesine arındırır” dedi. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
Cenâb-ı Hakk’ın O dünyada da âhirette de hüsrana uğramıştır” ifadesi, o kimse dünyada, şerefi, ikramı, ganimet elde etmeyi, şâhidlik, imamlık (liderlik) ve kadılık ehliyetini kaybetmesinden, malı-mülkü kalmamasından ve kanının-canının korunmuş olmamasından ötürü, hüsrana uğramıştır. Yine âhirette de, devamlı bir mükafaatı elden kaçırmış olup, aksine ebedî bir cezaya dûçâr olmuştur. İşte apaçık hüsran budur.” Razi, Tefsir