Neden sıkıntılar içindeyiz? / 07.04.2020 / Kerem Önder
Loading advertisement...
Preload Image
Up next

Video title

Cancel

Neden sıkıntılar içindeyiz? / 07.04.2020 / Kerem Önder

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ي كَبَدٍۜ

“Gerçekten Biz, insanı bir sıkıntı içinde yarattık.”

اَيَحْسَبُ اَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌۢ

İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? (Beled 4-5)

Ayette geçen kebed kelimesi “acı, sıkıntı, baskı, imtihan, dayanma gücü vb.” anlamlara gelmektedir. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sıkıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. “Hayat mücadelesi” ifadesinin genel kabul görerek kullanılması da insanın dünya hayatının “mücadele” şeklinde özetlenebileceğini göstermektedir. Bu durum aynı zamanda insana mücadele gücü ve iradesi de kazandırmaktadır. Âyetlerde ayrıca Hz. Peygamber’in karşılaşacağı güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı baskılara da işaret edilmektedir.

“Bu kelime, çetin, güçlü yaratılışlı anlamına gelmektedir. Bunu iyice kavradığına göre şimdi biz diyebiliriz ki, birinci izaha göre, bu ifadeden, sadece dünyevi sıkıntılar ile, sadece mükellefiyetlerin meydana getirdiği sıkıntılar kastedilmiş olabilir. Yine bu ifade ile, sadece uhrevi sıkıntılar da kastedilmiş olabileceği gibi, her iki dünyanın sıkıntılarının birden kastedilmiş olması da muhtemeldir.

Birincisine, yani sadece dünyevi sıkıntıların kastedilmesine gelince, “Lekad halekna’l-insâne fi kebed” ayetinin manası, “Biz o insanı, hepsi de şiddet ve meşakkatli olan birtakım merhaleler içinde yarattık. Bazen anasının karnında, derken süt emme döneminde, daha sonra buluğa erdiğinde, geçim temini için katlandığı güçlüklerde, daha sonra da ölümünden sonra…
İkincisine, yani bu sıkıntıların dini yönden olmasına gelince, Hasan el-Basri şöyle der: “İnsan, iyi şeylere karşı şükretmenin, kötü şeylere karşı da sabretmenin sıkıntısını çektiği gibi, ibadetlerini ifadaki sıkıntılara da göğüs gerer.”
Üçüncüsüne, yani bunun sadece ahiretle ilgili olmasına gelince, bu, insanın ölümüdür, Münkir-Nekir’in hesaba çekmesidir, kabrin karanlığı, derken, öldükten sonra dirilme, Allah’a arzolunma veya cennette yahutta cehennemde yer alıncaya değin geçirdiği sıkıntılardır.

Dördüncüsüne, yani bu lafzın, bütün sıkıntı çeşitlerini içine almasına gelince, işte bu, gerçek ve doğru olan kısımdır. Bence burada şöyle bir diğer izah daha yapılabilir: Bu dünyada lezzet namına, kesinlikle hiçbir şey yoktur. Tam aksine, lezzet sanılan şeyler, elemlerden, acılardan kurtulmaktan ibarettir. Bu cümleden olarak mesela, yerken, lezzet sanılan o şey, açlığın acısından; giyerken haz sanılan şey, sıcak ve soğuğun eleminden kurtulma hazzıdır. Binâenaleyh bu demektir ki, insan için, ya elem veyahutta bir elemden kurtulup başka bir eleme geçmeden başka bir şey düşünülemez. İşte, Cenâb-ı Hakk’ın, “Lekad halekna’l-insâne fi kebed” ayetinin manası budur.

İnsanın öldükten sonra mutlaka dirileceği ve kıyametin kopacağı da bu ifadeden çıkmaktadır. Çünkü, insanı yaratmayı tedbir eden hakîm zatın bu yaratıştan gayesi insanın acı duyması ise, bu, O’nun rahmetine uygun düşmez. Yok eğer, gayesi, insanın ne acı çekmesi ne de lezzet duyması ise, böyle bir netice elde etmek için, onu olduğu üzere bırakması yeterliydi. Yok eğer, gayesi, insanın lezzet duyması ise, biz, bu dünya hayatında lezzetin olmadığını, insanın bu dünyada, bir sıkıntı, meşakkat ve mihnet için yaratıldığını biraz önce anlattık. Binâenaleyh, o yurdun saadet, lezzet ve ikramlar yurdu olabilmesi için, bu yurttan sonra bir başka yurdun (ahiret) olması gerekir.

Kendisini Rab Sanan İnsan
Bil ki “kebed” kelimesini, “alabildiğine kuvvet” diye tefsir ettiğimizde, bu ayetin manası, “o güçlü insan, gücünden ötürü, hiç kimsenin, kendisine güç yetiremeyeceğini mi, yenilmeyeceğini mi sanıyor” şeklinde olur. Yok eğer, “kebed” sözünü sıkıntı ve bela manasına alırsak, bu durumda, bu belanın, kalb tarafından tahammülünün kolaylaştırılması manasına gelir. Hak Teâlâ sanki: “Farzedelim ki insan nimet ve kudret içerisindedir. Şimdi bu insan, kendisi bu durumda iken, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanır?” demek istemiştir.

Alimler, muhtelif izahlar yaparak, bazıları, “Öldükten sonra onu diriltmeye ve yaptıklarına karşılık vermeye hiç kimsenin kadir olamayacağını mı sanıyor?” manasını vermişlerdir ki bu, adeta, öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlere karşı bir hitab olur. Bazıları da, kastedilen mananın, “Bu kimse kendisinin bütün işlerin üstesinden geldiğini ve hiç kimsenin, yapmak istediği şey hususunda kendisine karşı gelemeyeceğini hesap ederek, hiç kimsenin kendisinin durumunu değiştiremeyeceğini mi sanıyor” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Her iki manaya göre de, ayetin başındaki istifham, istifham-ı inkari olur.” Razi Tefsir